Çalışma hayatına başladığınızda arkadaşlarınızla izin tarihlerini denk getirip, bir seyahat planlamak imkansız değil ama sandığınız kadar kolay da olmuyor. 3 günlük kısa bir hafta sonu tatili için tarihi ayarladıktan sonra uzun bir uçuşla vakit kaybetmeyeceğimiz bir destinasyon arayışına girdik ve Berlin’e gitmeye karar verdik.
Yaklaşık 3,5 milyon nüfusu olan Berlin, güvenli şehir hayatı, müzeleri, parkları ve tabi ki tarihin en ağır savaşı 2.Dünya Savaşı ve sonrasından kalan izleriyle Avrupa’nın hem en keyifli hem de en etkileyici şehirlerinden. Tegel Havaalanı’na indikten sonra ellerimizde valiz olduğu için biz taksiyle otelimize gitmeyi tercih ettik. Siz toplu taşıma kullanmak isterseniz, havaalanına direkt metro ulaşımı olmadığını bilmenizde yarar var. Havaalanından önce otobüse binip, belli bir noktada metro hattına aktarma yapmanız gerekiyor. Berlin’in taksileri tertemiz ve güvenli. Çoğu şoför de Türk. Berlin’de dolaşırken kendimizi pek yabancı gibi hissetmedik, bunda tabi ki Türk mahallelerinin ve Türk nüfusunun etkisi büyüktü. Havaalanından şehre yaklaşık 20-30 dakikada rahatça ulaşıyorsunuz.
Biz, şehrin merkezi noktalarından olan Checkpoint Charlie’de konaklamayı tercih ettik ve bu kararımızın ne kadar doğru olduğunu 3 gün boyunca daha iyi anladık. Berlin düz bir şehir olduğu için yürüyerek keşfedebileceğiniz rahatlıkta. Şehirde bisiklet kullanımı oldukça yüksek, hatta kaldırımlar ve yollar bisiklet kullananlara öncelik vererek düzenlenmiş. Berlin’de ayrıca metro sistemi öyle güzel düzenlenmiş ki neredeyse her yere metro ile gidebiliyorsunuz. Berlin’de metrolar bazen yer üstünde gidiyor, nehir üzerinde giderken birbirinden güzel manzaralar görebiliyorsunuz. Metro kartınızı kişi sayısına veya gün sayısına göre seçip, metro istasyonlarındaki makinelerden satın alabilirsiniz. Ayrıca, bu makinelerde Türkçe seçeneği olduğunu da belirteyim.
Berlin’in renkli gece hayatı, yemekleri, müzeleri, 2. Dünya Savaşı’nın izleri ve neredeyse her boş duvarı dolduran grafitileriyle ünlü. Şehri dolaştığınızda ününü hak ettiğini anlıyorsunuz. Hepimizin ülkemizde özlediği ve keşke bizde de olsa dediği yeşil alanlar ve parklar Berlin’in pitoresk görüntülerinin de kahramanı. Özellikle bizim gibi sonbaharda bu şehre gelirseniz, her caddede, her parkta kartpostalı andıran romantik görüntüleri göreceksiniz. Sonbaharın son demlerine yetiştiğimiz Berlin’de 3 gün boyunca hava bizi resmen ödüllendirdi. Soğuk ve yağmurlu havanın aksine sokaklarda üşümeden uzun saatler yürüyüp, kafelerin bahçe bölümünde oturabildik.
Berlin’e ilk kez geliyorsanız görmeniz gerekenler listesi aşağı yukarı bellidir: Checkpoint Charlie’den başlayarak Unter den Linden caddesine yürümek, nehir üzerinde yer alan Museum Island’da Berliner Dom’u görmek, şehrin simgesi Branderburger Tor’dan geçerek Jewish Memorial’ı ziyaret etmek, Berlin Duvarı kalıntılarının en önemlisi olan nehir kıyısındaki East Side Gallery boyunca yürümek ve üzerindeki eşsiz grafitileri incelemek. Şehirde görülmesi gereken yerler birbirine yakın olduğu için rahatlıkla kendi keyfinize göre bir rota çıkarabilirsiniz. Bizim bu gidişimizde zamanımız olmasa da sanat ve tarih konusunda iddialı olan Berlin’de Museum Island üzerinde yer alan beş müzeyi ya da içlerinden seçerek mutlaka dolaşmanızı tavsiye ederim.
Cumartesi günü, Berliner Dom’a yürümeye çalışırken birçok yolun polis tarafından kapatıldığına şahit olduk. Bazı grupların ellerinde sloganlar ve pankartlarla yürüdüğünü, bariyerin arkasında kalanların ise onları eleştirdiği belli oluyordu. Basının büyük ilgi gösterdiğini fark ettiğimiz bu yürüyüşün amacını öğrenmek için bizimle birlikte bariyer arkasında kalan Alman vatandaşlardan bilgi aldık. Yürüyüş, “Aşırı Sağ” olarak bilinen Alternatif Partisi tarafından düzenlenen, mülteci kabulü karşıtı bir gösteri. Bariyer arkasından kalan ve onlara sloganlarla karşılık verenler ise mültecilerin Almanya’ya kabul edilmesini, girişlerinin engellenmemesini savunuyordu. Berlin’de bir protestonun ortasında kaldığımızı söyleyebilirim!
Berlin’de ayrı bir paragraf olarak bahsetmek istediğim semt kesinlikle Kreuzberg. Berlin Duvarı yıkılmadan önce Batı Berlin'in "izole bölgesi" olan Kreuzberg, kiraların ucuz olması sebebiyle geçmiş yıllarda Türk işçilerin ve punkların evi olsa da duvarın yıkılmasıyla bambaşka bir kimliğe bürünmüş. Neredeyse her kapısı ve boş duvarında grafiti göreceğiniz bu semtin salaş havasında dolaşmak çok keyifli. Gösterişten uzak kafe ve restoranları, ilgi çekici butikleriyle Cihangir-Karaköy havasını andırıyor. Kreuzberg’de bol bol dönerci ve pastane görebilirsiniz. Türklerin etkisi burada hala yoğun olarak hissediliyor. Semte yakın olan Görlitzer Park’ta kısa bir yürüyüş yapmanızı da öneririm.
Yemek konusunda da bu şehir bizi düş kırıklığına uğratmadı. Küçük bir kahve dükkanı da olsa lüks bir restoran da, Berlin’de her mekanın bir karakteri var. Yemekleri ve tatlıları gerçekten lezzetli. Bira seviyorsanız farklı birçok çeşit birayı bu şehirde tadabilirsiniz. Gündüzü kadar gecesi ile ilgili pek tecrübem olamasa da Berlin’de gece hayatı tekno müzik ağırlıklı. Burada hafta sonu Perşembe akşamından başlıyor ve Pazar gecesine kadar devam ediyor. Gece kulübü önlerinde ortalama yarım saat-bir saat beklemeyi göz önüne alın. Burada sistem böyle işliyor. Yemek sonrası lounge barlara gidip, oradan kulüplere geçmeniz en doğrusu.
Berlin için söyleyebileceğim, bu şehirde yaşayan hiç kimse bir başkasıyla ilgilenmiyor. Herkes kendi halinde, kendi keyfini düşünüyor. Cool tavrı, ne çok salaş ne de çok şık duran görüntüsüyle kendinizi özgür ve mutlu hissedeceğiniz bir şehir. Bir sonraki Berlin seyahatini iple çekiyorum!
